"Sonbaharda griple birlikte ikili bir salgın yaşama ihtimalimiz var."

-
Aa
+
a
a
a

COVID-19 salgını bağlamında Türkiye ve dünyadaki son durumu değerlendiren Osman Elbek ve Kayıhan Pala, 2022 yılının son çeyreğinde ve gelecek yılın ilk çeyreğinde yeni bir COVID-19 dalgasının karşımıza çıkabileceğine dikkat çekiyor.

Fotoğraf: Anna Shvets
Pandeminin son durumu
 

Pandeminin son durumu

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Evet, salgınlar... Şu anda durum nedir?

Osman Elbek: Bir balayı dönemindeyiz Ömer Bey. Dün akşam (28 Eylül) yayımlanan Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) raporlarını dikkate alırsak hem vaka sayısında hem ölüm sayılarında tüm dünyada ciddi bir azalma var. Tabii bu azalma DSÖ Avrupa Bölge Ofisi'nden Kluge'nin dediği gibi pandeminin sonu göründü, tünelin çıkışı göründü mü [demek]? Yoksa, fırtına öncesi bir sessizlik hali mi? Bunun üzerine belki biraz konuşabiliriz. Tabii ki dileğimiz, isteğimiz bu vaka ve ölüm sayılarının artmaması ve tünelin sonuna gelmiş olmamız. Ama bizi kaygılandıran bazı yeni gelişmeler var. Onlardan biri örneğin Almanya'nın yeniden en fazla vaka görülen ilk beş ülke arasına girmesi.

Avrupa'ya biraz daha yakından bakarsak, haftada 1.2 milyon yeni vaka saptandı. Ama bizi daha rahatsız eden, beş ülkede yüzde 20'den fazla bir vaka artışı var. Örneğin, John Hopkins verilerine göre, bu artış oranları, Avusturya'da yüzde 54, Almanya'da yüzde 42, Hollanda'da yüzde 39, Danimarka'da yüzde 38, İtalya ve Fransa'da yüzde 30'lara ulaştı. Yani, sanki Avrupa'da yeniden vaka sayılarında çok anlamlı düzeyde bir artış var. Bu yeni bir varyantın yeni bir dalgası mıdır diye ciddi düzeyde kaygılanmak lazım. Bunun anlamı şu: Dört hafta sonra da bu dalga eğer gerçekleşirse Türkiye'yi vuracak demektir.

Aşılamada istediğimiz noktada değiliz

Türkiye'de veriler en son 12-18 Eylül tarihi itibarıyla yayımlandı. Resmi verilerimiz oldukça iyi. Günlük 3 bin civarında hastaya düşüldü. Günlük vefat sayılarımız 10. Tabii bir başka bakış açısıyla bakarsak, 29 Ağustos'tan beri resmi olarak 300 kişiyi kaybettik. Aşılamada istediğimiz noktalarda değiliz veya en azından bizim arzu ettiğimiz noktalarda değiliz. İkinci doz aşımız yüzde 64'te, üçüncü doz yüzde 34'te, dördüncü ve beşinci doz yüzde 15'te. Aşılama miktarında da oldukça düştük. Örneğin, son haftada günlük 7 bin civarında aşı yapıyoruz. Bunlar bizim açımızdan, yeni varyantlar açısından problem yaratabilir.

Bu arada mutlulukla bir haber vermek isterim. 26 Eylül'deInfectious Diseases and Clinical Microbiology'de Yeşim Tuyji-ok ve arkadaşlarının ülke verileri yayımlandı. Daha doğrusu, hastane verileri, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Fakültesi'nin varyant verileri yayımlandı. Ne iyi ki bu araştırmalar sayesinde bakanlıktan edinemediğimiz bilgileri alabiliyoruz. Gördük ki 23 Aralık 2021'de BA.1 bir varyantı Türkiye'de egemenmiş. BA.2 varyantı 19 Ocak 2022'de ilk tespit edilmiş. Mayıs piki buna bağlıydı. BA.5 ise 5 Mayıs 2022'de ilk kez izole edilmiş Cerrahpaşa'da ve Temmuz pikini de BA.5 ile tarifledik.

Kayıhan'a sözü bırakmadan önce bir varyant hatırlatması yapmak isterim. Hem BA.5 hem BA.2 yeni alt varyantlara kırılıyor dünyada. Bunların içerisinde bizi en rahatsız eden BA.2.75. Bu varyant Hindistan'da ilk tanımlanmıştı. Ama bugün itibarıyla, bugüne kadar SARS-CoV-2 en dirençli varyantı olduğunu görüyoruz. Monoklonal antikor gibi tedavilere dirençli bir varyant. Bulaşmasında azalma olmuyor. Aşıdan kaçma, aşıya direnme kapasitesinde giderek artış var SARS-CoV-2 virüsünün evrimsel sürecinde. Tabii bu varyant dünyada BA.5'in yerine geçerse gerçekten sonbaharda griple de birlikte ikili bir salgın yaşama ihtimalimiz var. O yüzden bugünkü balayı kötü bir finalle sona erebilir.

Toplumların iyiyi arzulamasını anlayabilirim ama kötüye uygun bir sağlık politikası şekillendirmesi gerektiğini düşünürüm. Ne dersin Kayıhan?

BQ.1.1 varyantı

Kayıhan Pala: Çok haklısın Osman. Özellikle bu endişe verici varyantlar ciddi bir problem yaratma potansiyeli taşıyor. Senin de söylediğin gibi, özellikle artık BF7 diye olarak da adlandırılan bu BA.2.75.2 son yıllarda, daha doğrusu son aylarda çok ciddi endişe yarattı. Çünkü önce Hindistan'da karşımıza çıkıyordu. Hatırlarsan biz bunu bir önceki programda da dile getirmiştik. Hindistan'a dikkat etmek gerekir diye... Sonra Singapur ve maalesef şimdi Avrupa'nın bazı bölgeleri. Almanya, Fransa gibi bölgelerde hızla yayılıyor gibi bir görüntü var. Üstelik BA.5 ile kıyaslandığında - senin de vurguladığın gibi - çok daha ciddi bir şekilde bağışıklıktan kaçan bir evrimleşme modeli olarak karşımızda. Bir de, son birkaç haftadır - sen de biliyorsun - bu BQ.1.1 adı verilen ve henüz antikorlardan kaçma yeteneğinin yüksekliği dışında hakkında pek fazla bir şey bilinmeyen yeni bir endişe verici alt varyant da var.

Bunları bir araya getirdiğimizde gerçekten de - eğer Avrupa'daki yayılma olursa - bunun ülkemize gelmesi de kaçınılmaz. Bu durumda bu yılın son çeyreğinde ve gelecek yılın ilk çeyreğinde yeni bir COVID-19 dalgası karşımıza çıkabilir gibi görünüyor. Üstelik daha önce de vurguladığımız gibi, Bu eğer influenza ile (griple) de buluşacak olursa bir ikiz pandemi diye adlandırılan tablo karşımıza çıkabilir. Osman, bu grip aşısı demişken... Sen dinleyicilerle bu grip aşısı maceranı paylaşır mısın? Bence çok önemli. Üstelik Sağlık Bakanlığının ne kadar bu alanda iyi çalıştığını da gösteren bir deneyim yaşadığını zannediyorum.

Türkiye'de grip aşısı

Osman Elbek: Evet, grip aşısını hani herkese öneriyoruz... Tabii risk grupları öncelikli olmak üzere. Bir önceki programımızda da vurgulamıştım. Sayın Bakan'ın (Sağlık Bakanı Fahrettin Koca) birkaç gün önce Anadolu Ajansı'na (AA) yaptığı "Grip aşıları artık aile sağlığı merkezlerine ulaştı ve yeterli bir aşımız vardır" açıklaması sonrası ben hızla hem kendim hem de 90 yaşında bir hipertansiyon tanısıyla da tedavi altında olan annem için aşı talep ettim aile sağlığı merkezindeki hekim arkadaşımdan. Tabii hızla e-Nabız'dan kontrol edildi. Hem bana hem de anneme aşı hakkı tanımlanmamıştı. Tabii ben sağlık çalışanı olarak en riskli gruptayım. Annem 90 yaşında, hipertansiyon hastası. O da en yüksek risk grubunda. Tabii aşı hakkı tanımlanmadığı için de aşıya ulaşamadık. Çünkü eczanelerde satılmıyor. Ki doğru bir karar... Bunu vurgulamak lazım.

Bunun üzerine de ben hızla Sayın Bakan'a Twitter'dan sordum: "Ben bir göğüs hastalıkları uzmanıyım. Annem de 90 yaşında hipertansiyon hastası, aşı hakkımız yok grip açısından. Bu bilimsel değil, nasıl izah ediyoruz? Ve ne zaman ulaşacağım?"

Hızla Sağlık Bakanlığı'nın yetkilileri döndü. İlk açıklama şu oldu: "e-Nabız'ınızı düzenli kontrol edin. Çünkü peyderpey açılacak. Açılacak grupların birinde muhtemelen göreceksiniz." Tabii bu ilginç... 90 yaşındaki bir insana açılmamışsa kime açıldı sorusu otomatikman geliyor. Etrafımdaki hastalardan anladığım; hem 65 üstünde olmak hem de birden fazla risk grubu olanlara aşı hakkı tanımlanmış. Sonra bunu da paylaştıktan sonra bakanlık tekrar döndü. Annemin TC kimlik numarasını aldı. Ve bu sabah itibarıyla aşı hakkı tanımlandı. Şimdi tabii bu bireysel çözümlerle gitmememiz lazım. Bilim çok açık diyor ki 65 yaş üstünde kronik hastalığı olan, sağlık çalışanı, itfaiye, polis gibi kolluk kuvvetlerine grip aşısı, öncelikli risk gruplarıdır, çocuklar dahil olmak üzere... Eğer yeterli grip aşımız varsa, peyderpey değil hızla açıp çok hızlı bir aşılama yapmak lazım. Çünkü ben gelecek dalgadan gerçekten korkuyorum. Avustralya örneğini de düşündüğüm zaman... Bireysel çözümlere gitmemek lazım ama bir taraftan da bu ülkede inatla hakkın peşine düşmek gerektiğini düşünüyorum.

Kayıhan Pala: Bu gerçekten ilginç bir örnek. 90 yaşındaki bir yurttaşımıza bu aşının açılmamış olması anlaşılabilir bir şey değil. Ama bir yandan da - maalesef gülerek söylüyorum - Twitter üzerinden yapılan girişimlerin sonuçta bir şekilde bakanlığı zorladığına da tanık olmuş oluyoruz. Bunu da dinleyicilerimizle paylaşalım.

Türkiye'nin Turkovac aşısı

Bir de, Osman, bir şey daha söylemek isterim. Biliyorsun Bakan Twitter'dan yaptığı açıklamada kendisi, ailesi ve yakınlarına Turkovac aşısı yaptırdığını söyledi. Ben bugüne kadar Turkovac ile, etkinliği ve etkililiği ile ilgili henüz bilimsel bir rapor görmüş değilim. Sen böyle bir rapor görebildin mi?

Osman Elbek: Hiçbir bilgiye sahip değilim. Turkovac'ı var eden araştırmacıların emeğine de büyük bir haksızlık edildiği kanaatindeyim. O emek ve bu ülkede aşı üretmek çok değerli. Ama bu kadar hoyratça, bu kadar bilgisiz bir ortamda ne yazık ki Turkovac'ı öneremediğimiz bir süreci tarifledik. Bu benim canımı acıtıyor, yüreğimi sıkıyor doğrusunu söylemek gerekirse...

Ömer Madra: Bir yılı geçti galiba değil mi? (Evet, geçti.) Çok da uzun bir zaman yani...

Kayıhan Pala: Dünyada başka tanıyan bir ülke yok bildiğim kadarıyla. Bizdeki acil kullanım onayının nasıl verildiği konusu da belirsiz.

Ömer Madra: Dünyaya gönderdiğinden de söz ediyordu sanki Cumhurbaşkanı.

Kayıhan Pala: Afrika'ya gönderdiğine ilişkin bazı bilgiler var gerçekten.

(Bir de Azerbaycan ve Türki cumhuriyetlere...)

Ama gerçekten faz sonuçları açıklanmamış, faz-3 sonuçları açıklanmamış, ne ölçüde güvenli ve etkili olduğunu bilmediğimiz... Ki ben de Osman'a katılıyorum, buradaki bu çalışmanın içinde yer alan bilim insanlarının emeğine de haksızlık bu. Bir an önce bunların yayımlanmış olması ve bunun üzerinden bir tartışmanın yürütülüyor olması çok değerli olurdu. Ama maalesef yine bir başarı hikâyesi yazma tutkusunun içinde yer aldı bu yaklaşım sanıyorum.

Moderna'nın güncellenmiş aşısı

Osman Elbek: Aşılar demişken 16 Eylül'de - biz Turkovac'ı bir yıldır açıklayamadık ama - Moderna yeni bivalan mRNA aşısının faz-2 ve faz-3'ünü yayımladı ve omicron yeni varyantının eklenmiş Moderna aşısının bir önceki Moderna aşısı kadar güvenli olduğunu, yan etkilerinin benzer olduğunu, ağrı, yorgunluk, baş ağrısı, kas ağrısı ve eklem ağrısının en fazla saptandığını, ama immünolojik yanıtın, yani virüsü öldürebilme kabiliyeti olan antikor üretiminin eski versiyona göre çok daha etkili (1.75 kat daha etkili) olduğunu ortaya koydu. Araştırmalar toplumsal öneriyi şekillendiriyor. O yüzden de mRNA aşılarını öneriyoruz. mRNA firmalarıyla herhangi bir ilgimiz yok. Ama araştırma sonuçlarını söylemek bizim bilim insanı olarak herhalde namusumuz olsa gerek.

Ömer Madra: Evet, çok çarpıcı gelişmeler. Yani bu Turkovac konusunda söyledikleriniz... Genel olarak opaklık politikasının maalesef oldukça yaygın olduğu Türkiye'de de bu bunun bir başka görüntüsü oluyor. Yani şeffaflığa çok ihtiyaç olan, en ihtiyaç olan alanlardan birinden, insan sağlığından bahsediyoruz.

Uzun COVID-19

Osman Elbek: Evet, Ömer Bey, her konuda şeffaflığa ihtiyacı var bu ülkenin. Biz bu programda biraz da uzun COVID-19 [hakkında] konuşmak istiyoruz. Olası pandeminin azalan vaka yükünü de dikkate alarak... Tabii COVID-19'un hepimizi toplumsal düzeyde etkileyen işsizlik, enflasyon artışı, kilo almalar ve örneğin tele tıbbın gelişmesi, sanal, home ofis çalışmaları gibi bir taraf olsa da kişisel hayatlarımızda da çok ciddi etkisi var. Biz COVID-19 geçirdikten sonra 4 haftayı aşmış yakınmaları devam eden kişilere semptomların uzaması diyoruz ve uzun COVID-19 için bu kişiler çok önemli bir risk grubunu teşkil ediyorlar. Eğer şikayetlerin bir kısmı üç ay ve daha fazla uzuyorsa da uzun COVID-19, long COVID-19 veya Post-COVID-19 gibi çeşitli adlandırmalarla tariflediğimiz bir süreç var.

Dünya Sağlık Örgütü'ne (DSÖ) göre, Avrupa bölgesinde 17 milyon kişinin hali hazırda uzun COVID-19'dan problem yaşadığı düşünülüyor. Dünyada ise 145 milyon kişinin olduğu ifade ediliyor DSÖ tarafından. 12 Ağustos'ta Jama'da Abbasi bu konuyla ilgili bir makalesinde COVID-19 geçiren her sekiz kişiden birinin uzun COVID-19 olduğunu gösterdi. Daha sonraki araştırmalar bunun beşe bir olduğu şeklindeydi. Yani yüzde 20 gibi çok büyük bir olasılık... Tabii uzun COVID-19'u tanımlamak çok zor. Çünkü 200'den fazla yakınması var bugün itibarıyla, böyle bir spektrum içerisinde... ABD - bilirsiniz - hemen bunu paraya tahsil eder. Onlar açısından sorun iş gücüne katılmak. Örneğin, ABD'de 1 ile 4 milyon kişinin uzun COVID-19 nedeniyle iş gücünden düştüğü ve ekonomik olarak çok ciddi bir problem olduğu ifade ediliyor ve 1 milyarın üstünde bir rant tanımlanıyor uzun COVID-19'u nasıl tedavi edeceğiz diye...

Beş organ çok ciddi etkileniyor

Uzun COVID-19'da beş organ çok ciddi etkileniyor. Biri kalp-damar sistemi. İkincisi akciğer, üçüncüsü böbrek, dördüncüsü sinir sistemi, beşincisi cilt ve deri. Örneğin saç dökülmeleri çok önemli problemlerden biri. Şöyle bir kolaylığa sahip değiliz örneğin: Ağır geçirenlerde uzun COVID-19 daha mı fazla? Evet, görece daha fazla ama hafif geçirseniz, ayakta geçirseniz dahi uzun COVID-19 olma ihtimaliniz yüksek. O yüzden şiddetle ilişkisi çok tariflenmemiş durumda. Üç grubu çok iyi biliyoruz. Eğer bir kronik hastalığınız varsa - şeker, kalp, tansiyon vesaire gibi - sizde uzun COVID-19 olma ihtimali yüksek. Kadınlarda bilmediğimiz bir nedenden dolayı daha fazla. Ve aşılanmamışsanız uzun COVID-19 daha fazla. Aşı uzun COVID-19'da koruyucu mu?

Evet, koruyucu. Ancak, ikinci ve üçüncü dozları koruyucu. Birinci dozları korumuyor. Böyle bir bilgiye sahibiz bugüne kadar yapılan araştırmalarda. Lancet'te Ağustos ortasında yayımlanan bir araştırmada özellikle beyinde, santral (merkezi) sinir sisteminde küçülme, 2 aya kadar ulaşan ve geçen depresyon, huzursuzluk ama daha önemlisi bir konuya konsantre olma, kognitif dediğimiz bilişsel etkinlikleri yerine getirebilme, kolay anlama, ifade edebilme ve sara/epilepside anlamlı düzeyde artış olduğu ve bu artışın 2 yıldan daha uzun süre sürdüğü, yani kısa zamanda kaybolmadığı ortaya kondu. Daha da önemlisi, hafif hastalık yapan omicron varyantının da santral sinir sistemini etkileme potansiyelinin aynı olduğu görüldü.

Halk sağlığı tedbirleri ve koruyucu hekimlik

Çok yakın bir tarihte, 20 Eylül'de Circulation dergisinde yayımlandı kalp-damar üzerindeki etkileri. Tabii, buradaki en önemli etkileri pıhtı yaparak sağlıyor. Örneğin, COVID-19 geçirmişseniz bundan sonraki ilk 1 ay kalp krizi geçirme ihtimaliniz 17 kat daha fazla. İnme/felç geçirme ihtimaliniz 23 kat fazla. Akciğere pıhtı atma (pulmoner emboli) olasılığı 33 kat daha fazla. Circulation dergisinin araştırma verileri diyor ki bu risk azalsa da bir yıl daha devam ediyor. Tam da burada koruyucu hekimliğe çok önemli bir vurgu var. Deniyor ki; eğer 1,5 milyon insanın COVID-19 olmasını sağlarsanız veya önlerseniz - nereden okursanız - her 1,5 milyon COVID-19 geçiren insanın arasından 7 binden fazla kişi de felç olacak, kalp-damar hastalığı olacak. 3 bin 500'ünde de akciğere pıhtı atacak. Başka bir ifadeyle, eğer COVID-19'un yaygınlığını engellerseniz halk sağlığı tedbirleriyle, siz 7 bin küsur insanda bir kalp krizini, bir inmeyi önleyebilirsiniz. 3 bin 500'ünde ölümcül olan akciğer pıhtı atmasını, pulmoner emboliyi önleyebilirsiniz. Bunlar için illa tedavi değil... Koruyucu hekimliğiniz size bu hastalıkların gelişimini de önleyecektir - ki bu hastalıkların bir kısmı tedaviye rağmen ölümcül.

Güçlü halk sağlığı politikaları gerekli

Bu konuyla ilgili son paylaşmak istediğim veri de 23 Eylül'de Jama'da yayımlandı. Bir milyonun üzerinde hastanın verisi değerlendirildi ki bunun üçte biri COVID-19'da. COVID-19 geçiren çocuklar 3 ay sonra 2 kat daha fazla tip-1 diyabet, insüline bağımlı şeker hastası oluyorlar. Altıncı ay sonunda da 1.8 kat... Başka bir ifadeyle, COVID-19 olan bir çocuk hastalığı ayakta bile atlatsa 6 ay içerisinde tip-1 şeker hastası olma ihtimali yüksek. O zaman COVID-19 sadece "Öldü. Kaç kişi öldü? Kaç kişi? Aaa ayakta geçiriyormuşuz, hafif olmuş, omicron etkisizdir" demek yerine... Gelecekte akciğer, böbrek, kalp, damar hastalıkları ve ölümleri önlemenin bir yolu bugün COVID-19 açısından güçlü halk sağlığı politikalarını tariflemek Ama gördüğüm kadarıyla Kayıhan tüm dünya bu konuda vazgeçiyor.

Ömer Madra: Uzun vadeli etkilerinden, beyinde küçülme gibi etkilerden araştırmalarda bahsediliyor. Koku alma duyusunun da uzun süre yıllarca kaybolduğunu gösteren bazı vakaları da biliyorum ben.

Osman Elbek: Kesinlikle öyle. Kesinlikle öyle gerçekten.

Kayıhan Pala: Evet. Sonrasında çok ciddi etkileri olan bir hastalıktan söz ediyoruz aslında. Osman, istersen bu 14 Eylül'de çıkan çok geniş kapsamlı makaleden biraz söz edelim. Çünkü senin soruna aslında orada yanıt verilmiş ama çözüm konusunda çok da güçlü bir çözüm önerildiğini söylemek mümkün değil.

Lancet'te, Lancet Komisyonu tarafından yayımlanan 14 Eylül'deki geniş kapsamlı makalede COVID-19 pandemisi değerlendirildi. Buna göre, resmi olarak bildirilen 6.9 milyon ölümün yanı sıra tahmin edilen ölümün bunun şimdiye kadar yaklaşık 3 katı olduğu, 17.2 milyon kadar ölüme yol açtığı - Haziran öncesinden söz ediyorum - belirleniyor. Bu arada bir parantez açayım. Pek konuşmadığımız bir şey var. Pandeminin görünmeyen etkilerinden bir tanesi de yetim kalan çocuklar. Örneğin ABD'de CDC en az bir ebeveyni kaybeden çocuk sayısını 120 bin, ikisini birden kaybeden çocuk sayısını ise 22 bin olarak açıklamış - ki biz Türkiye'de bu rakamları bilmiyoruz.

Devletler nerede hata yaptı?

Lancet komisyonu diyor ki "Bu küresel bir başarısızlıktır. Çok sayıda hükümet kurumsal bir rasyonellik gösteremedi. Şeffaf davranmadı. Temel normlara bağlı kalmadı. Üstelik çok sayıda insan maalesef yanlış bilgilendirmeden etkilendi. Temel halk sağlığı önlemlerine uymadı. Saygısızlık gösterdi. Ya da dünyanın değişik yerlerinde protesto etti." Aşılarda karşımıza geldiği gibi..." En önemli nedenlerden birisi olarak da komisyonu diyor ki "Dünyanın büyük güçleri pandemiyi kontrol etmek için işbirliği yapmadı."

Bu arada bir yine parantez açayım. Geçtiğimiz hafta İzmir'de yapılan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Sosyal İşler Sağlık ve Sürdürülebilir Kalkınma Komitesi toplantısında da bu ele alındı. Ben de davet edilen uzmanlardan bir tanesiydim. Burada teşekkür edeyim Selin Sayek Böke bu komisyonda çok önemli bir işlev yürütüyor. Komisyonda da bu konu tartışıldı ve uluslararası halk sağlığı acil durumlarına etkili yanıt vermek için ne yapılması gerektiğine ilişkin bir çerçeve çizildi. Dünya Sağlık Örgütü'nün işlevi de bunun içinde olmak üzere...

Yine Lancet makalesine dönecek olursak; makalede, özellikle son bölümde bazı öneriler de sunuluyor. Bu açıdan makale çok değerli. Diyorlar ki, "Dünya Sağlık Örgütü merkezinde çok taraflı işbirliğini güçlendirelim, ulusal sağlık sistemlerini güçlendirelim ve dünyanın düşük gelirli bölgeleriyle yüksek gelirli bölgeleri arasında bir dayanışma kurarak uluslararası finansman ve teknolojik işbirliği sağlayalım. Böylece sağlık krizlerine gelecekte daha fazla hazırlıklı olabiliriz. Buna dönük yatırımlar yapılmalı, buna dönük politika önerileri sunulmalı." En temel tavsiye çok taraflı, tüm önemli boyutlarda siyasi, kültürel, kurumsal ve finansal olmak üzere güçlendirilmesi. Ve şöyle bir cümlesi var makaleyi yazanların: 

Tüm ülkeleri özellikle en zenginleri ve en güçlüleri Birleşmiş Milletler sisteminin çalışmalarını desteklemeye, Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere sürdürmeye ve güçlendirmeye çağırıyoruz.

Peki ya kapitalizm eleştirisi?

Ancak, Osman, bu makalede temel sorun göz ardı edilmiş. Hiçbir kapitalizm eleştirisi yok. Patent ile sınırlı olmayan politikalara gereksinim duyulduğunu bir kez daha söylemem gerekir.

Bu arada, bu makaleden yola çıkarak sevgili meslektaşımız Ahmet Soysal Yeşil Gazete'de bir makale yayımladı ve o makalede de deniyor ki "Pandemi dünyayı aslında Paris İklim Anlaşması gündeminden de uzaklaştırdı."

Zaten bu bir buçuk derece eşiğiyle ilgili sıkıntılar vardı. Ömer Bey, siz bunu çok sıklıkla gündeme getiriyorsunuz haklı ve doğal olarak. Ama pandeminin ayrıca bunu zorlaştıran bir etkisinin olduğunu da bu vesileyle vurgulamış olalım.

Ömer Madra: Evet. Hayati önemi var. Daha bugün sözünü ettiğimiz bir şey vardı. Boşa geçen uçuşlarla muazzam bir katkıda bulunmuşlar mesela atmosfere, sera gazlarının yayılmasında, pandemiden bir istifade yani... Gerekli olmayan uçuşların da sayısı muazzam miktarda artmış mesela Britanya'da.

Osman Elbek: Evet. programın sonuna doğru geldik. bugünlerde herhalde hepimizin kalbi İran'da kadınlarla birlikte atıyor. O yüzden de program şarkımızı Nesimi'den seçtim. Nesimi diyor ya "Arzu namus şişesini taşa çaldım kime ne?" Ne yediğimize, ne içtiğimize, ne konseri dinlediğimize, kimsenin karışmayacağı, "kime ne" demeyi istedim?

Bu arada, İran'ı ve melamileri de anımsamak gerektiğini vurguluyorum. Bir ismi daha hatırlayarak, o yüzden Ruhi Su'dan dinlemek istedim. Ruhi Su'yu 20 Eylül'de kaybetmiştik. 1985'te... Geçtiğimiz hafta... Onun anısı önünde saygıyla ve İranlı kadınlarla dayanışarak bugünü kapatmak istedim.